ohaaa türk flimi gibi-23.39
“KIRIK KUCAKLAŞMALAR” nerden estiyse kuzenimle izledik.Ohaaa türk flimi gibi dedim.sonra bu flim hakkında ne demişler diye yorumları okuyayım dedim.Can dündar bu flimle ilgili bi yazı yazmış onu koyam dedim.ooo saat 12 yatam gariiii
Kırık Kucaklaşmalar
11.01.2010 07:51
Yaşlı patronunun metresi olmuş güzel sekreter… Onun sinema yönetmeni sevgilisi…
Patronunun yatağından çıkıp sevgilisine gidişi…
Patronun bu ilişkiyi öğrenip adamı takip ettirişi…
Sevgililer öpüşürken üzerlerine araba sürülmesi…
Tam kavuştukları anda kızın ölmesi, yönetmenin kör olması…
* * *
Böyle anlatınca bir Yeşilçam melodramından söz ettiğim sanılabilir. Oysa bu, Perdo Almodovar’ın “en iyi senaryo” dalında Oscar aldığı son filmi “Kırık Kucaklaşmalar”ın konusu…
İspanyol yönetmen, harikulade görüntüler ve yaş aldıkça kat be kat güzelleşen Penelope Cruz’la sunuyor öyküsünü…
Yeşilçam’ın yıllar yılı çiğnediği beylik kalıplardan ışıl ışıl bir insan hikâyesi çıkarıyor.
Aynı çamura bir Türk yönetmenle, İspanyol meslektaşının bu kadar farklı şekiller vermesinin nedeni ne ola ki?
* * *
Bulabildiğim yanıt, birey olmakla ilgili…
Yeşilçam karakterleri, sakat bir ahlak anlayışının kurbanlarıydılar.
Kendileri olamadılar pek; onlar, birer mesaj kaygısıydılar.
Yeşilçam popülerleştiğinde kadın da yeni yeni iş hayatına atılıyordu. Onu ofiste binbir tehlike bekliyordu. Patronu sarkacak, içkisine ilaç atacak, kendisini metres tutacaktı.
Öte yandan birini gerçekten sevse başı dertten kurtulmayacak, ya kendisi ya sevgilisi kör olacak, kör olmayan da eşek cennetini boylayacaktı.
Velhasıl onların da kırıktı kucaklaşmaları; ama senaryoları, kucaklaşmaya değil, kırıklığa vurgu yaptı.
80’lere kadar film karakterleri, sınırlarında ahlak zabıtasının beklediği bu hareket alanından çıkamadılar. Kendileri olup sığ değer yargılarına kafa tutamadılar.
80 sonrası çemberi parçalayanlar da ödedikleri ağır bedeller yüzünden mutsuz oldular.
* * *
Almodovar’ın farkı şu:
O, yargılamıyor kahramanlarını; acındırmıyor.
Ne hasta babasına para temin etmek için telekızlık yapmaya yeltenen sekreter kıza gözyaşı döküyorsunuz, ne de kör olduğu için çektiği filmi kurgulayamadan bırakmak zorunda kalan yönetmene…
Çünkü onların başına gelenleri ahlak sosuna bulayıp “Görün de ibret alın” diye gözünüze sokmuyor yönetmen…
Tersine karakterlerini yara bere içinde de olsa ayakta tutuyor.
Onlar da teslim olmayıp mücadele ediyorlar.
Yeni bir hayata başlama cesaretini gösteriyorlar.
Kırık da olsa, kucaklaşıyorlar.
Sekreter kız, metresi olduğu patrona meydan okuyup sevdiği adama koşuyor.
Kör yönetmen, yarım kalan filmini bitirmeye koyuluyor.
Kötü kurgulanmış bir filmi, üstelik dibe vurmuşken yeniden kurgulama kudretini görüyoruz filmde…
“Aynı şeyi hayatımız için neden yapamayalım” diye soruyoruz.
* * *
Londra’nın Trafalgar meydanında Oscar Wilde adına dikilmiş bir heykel vardır.
Altındaki mermer kaidede yazarın şu sözleri alıntılanır:
“Akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz; ama yıldızlara bakıyor bazılarımız…”
Aynı çamurdan bambaşka heykeller yapabilmemizin sırrı bu işte…
Bazılarımız, bataklığa değil, yıldızlara bakıyor.